Maybe we’re not so different. Who are you under there? Can I see?
The Batman. Bu sefer uzun uyuyan o.
Sinema’da Batman macerası, 40lı yıllarda çekilen ve Batman Robin karakterleri dışında çizgi romanla alakası olmayan 15er bölümlük arkası yarın‘larla başladı. Daha sonra 1966 yapımı Batman:The Movie geldi ki, bu camp filmi bir televizyon dizisinin uyarlamasıydı. Dikkat çekici Batman filmlerinin başlaması Tim Burton ile oldu diyebiliriz. 1989 ve 1992 yıllarında Michael Keaton’lu iki tane Batman filmi çekerek, yan karakterler olan Joker, Penguen ve Kedi Kadını da tanıtmış oldu. Burton’dan sonra Joel Schumacher, kendince (!) 1995 ve 1997 yıllarında iki tane Batman filmi çekerek Val Kilmer ve George Clooney’i Batman yaptı. Aynı zamanda da İki-Yüzlü, Bilmececi, Mr. Freeze, Zehirli Sarmaşık ve Bane’i de filmlerine öylemesine (!) soktu. Schumacher’den sonra bayrağı devr alan Christopher Nolan olmuştu ve Nolan, Burton’un yarattığı karanlık evreni alıp, karanlık bir hikayeye dönüştürerek sadece bir süper kahramanı kitaptan çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda bu dünyanın sert gerçeklerine de adapte etmişti. Distopik bir yaklaşımla Batman’in ayaklarını yere bastıran Nolan, 3 film çekerek, kendinden sonra Batman filmi çekmek isteyecek yönetmenlerin işini zorlaştırmıştı.
Arkasından acaba ne gelir derken, 2022’de Matt Reeves’in çektiği, Robert Pattison’un Batman’i canlandırdığı, katı, neredeyse duygusuz ama bir o kadar da kırılabilir The Batman geldi. Henüz Gotham şehrini kötülerden koruma görevine yeni başlamış ve bir süper-kahramandan ziyade insani yönlerine vurgu yapılan karanlık bir Batman bu.
Aslında genel olarak film karanlık; hem çok az ışık var ki bu çoğu sahnede görmeyi engelliyor hem de film-noir havası içinde dünyaları karanlık.
Film-noir yani Kara filmler bildiğimiz üzere kahramanlarını kokuşmuş bir dünyanın içine yerleştiren, çekimler de karanlık, Hollywood suç filmlerini tanımlamak için kullanılan bir sinema türüdür. Konuda ve gösterimde karanlık mekanlarda geçen, ana karakterin bir dedektif edasıyla olayları çözdüğü ve onun bakış açısını yakaladığımız bu filmler, 50li yıllarda Amerikan toplumundaki savaş sonrası karamsarlığın etkisiyle şekillenmiştir.
Zaten karanlık bir şehir olan Gotham ve karanlık yönleri olan Batman için tür doğru seçim. Karanlık yönleri diyorum da, ilk kez bu filmde, Batman’in geçmişi ile ilgili öğrendiği karanlık gerçekler var. Batman filmleri ile ilgili söylenebilecek en doğru şey, hiçbiri re-make olmadığı için, her yeni sürümde konunun bir yerden tutulup çoğaltıldığıdır.
The Batman’de, Batman’e yardımcı olan kişinin Riddler (Bulmacacı) olduğunu görüyoruz. Onun ipucu olarak bıraktığı bilmeceleri saniyesinde (!) çözebilen Batman, film noir’e uygun olarak daha çok bir dedektif gibi çalışmaktadır. Çok şükür ki artık hepimizin bildiği çocukluk travması gözümüze sokulmayan Batman, yıllarca bildiği, inandığı, kendince baş etme yöntemleri geliştirdiği şeylerin aslında öyle olmadığını görür. Görür de aslında bu da ona gösterilir. Burada önemli olan şey Batman’in o katı-sert ve fazlaca akılcı yapısıyla aslında gösterilmeden hiçbir şey anlayamamasıdır. Ya da şöyle söyliyim, yaratılırken, eğilmez, bükülmez fazla mekanik nerdeyse kalp koymayı unutmuşlar Batman’in vücut bulmuş halidir asla maskesini çıkarmayan The Batman.
Not: Film’de, Riddler’dan başka, kedi-kadın kostümü giyen Selina Kyle karakteri de var. Ama Batman’in bitmek bilmeyen kendiyle ilgili, kendine yöneltilen gerçekleri anlama, iyi bir şey mi yapıyor, doğru karar verebiliyor mu, bu tek taraflı yolculuğunda olmasa da olurmuş. Onun varlığı sadece filmin süresini uzatmış.
