I’m going to be the best, that way I can really change things.
Billie Jean King zamanın çok iyi bir tenis oyuncusudur. Ayrıca ilk lezbiyen sporculardan biridir ve Özgürlük madalyonu sahibidir. Onunla maç yapan Bobby Riggs ise, bir medya maymunudur ve kadınları, kadın haklarını yerden yere vurmaktadır. Film, kadın tenis oyuncularının maç başına erkeklerin 8’de 1’i kadar para alacaklarını öğrenmeleriyle başlar. Jack Kramer isimli yetkiliyle görüşen Billie Jean, böyle olacaksa, kendi kadınlar ligini kurmakla tehtid eder. Başta ona inanmayan Jack Kramer, o ve 8 arkadaşının bu yola baş koyduklarını görecektir.
Bu arada bu yolda tanıştığı kuaför Marilyn ile aşk yaşamaya başlayan Billie Jean, Bobby Riggs’in meydan okumasına, kadınlara eşit haklar kazandırmak uğruna karşılık verir ve ikili o yılların ünlü tenis maçına çıkar.
Filmin ilk yarısı Billie Jean’in romantik ilişkisi üzerine kuruluyken; ikinci yarı daha haraketli ve meşhur tenis maçı da bu yarıda. Haliyle heyecan dozu çok yüksek. Yoksa eğlence mi demeliydim?
Hani her kadının içinde olur ya feministlik, bende biraz fazlası var. Ömrümün bir bölümünü kadınları değiştirmeye, bilinçlendirmeye adamışlığım da var. Sonra ne oldu derseniz, baktım kimse değişmek istemiyor, herkes halinden memnun, ben de pusup kenara çekildim. Ama her nerde kadın haklarıyla ilgili bir şey görsem, içimde duygular kabarır ve hele ki sonda kazanan bir kadın varsa o zaman deymeyin keyfime.
Bunları anlatmamın sebebi, film işte tam da bu açıdan beni çok eğlendirdi. Bir ara, o kadar da absürd bir tip olamaz karşısındaki erkek bile dedim. Ama filmin sonunda, gerçek fotoğraflar yayımlanınca, bu karakterlerin bire bir olduğunu gördüm. Ve Billie Jean’in o maçı kazanmasına gerçekten sevindim.
Şayet feministseniz, ya da lezbiyenseniz, ya da tenisten hoşlanıyorsanız, ya da rekabet seviyorsanız, veya Oscar yaklaşırken kaçırmayayayım o filmlerden birini modundaysanız (benim gibi) izlemenizi tavsiye ederim.




