I can’t be happy.
I never have been.
Not even when good things happen to me.
Çok sevdiğim Rec’in yönetmeni Jaume Balagueró’nun son filmi Türkçe’ye Ölüm Uykusu olarak çevrilmiş. Yine Rec gibi bir apartmanda geçen hikayede binanın kapıcısı César’ın dahil olduğu bir takım karışık olaylara şahit oluyoruz. Öyle ki César hem protagonist hem de antagonist olarak filmi götürüyor. 2011’in bir diğer filmi The Resident’la konu itibariyle benzerlik taşıyan film tabi ki ondan daha başarılı olmuş.
Mutlu olmak (!) ne demek bilmeyen César diğer insanları da mutsuz gördükçe yaşama isteğiyle dolmaktadır. Bunun için ince ince planlar yaparak çalıştığı apartmanda bunları uygulamaya geçmektedir.
İzlerken hep şunu düşündüm, hani kendimizi en güvende hissettiğimiz yer evimizdir ya, başka bir yerde bu sebepten ötürü rahat edemeyiz falan, ya o güvendiğimiz ev aslında hayal bile edemeyeceğimiz derecede korkunçluklara sahne oluyorsa ve biz bunu bilmiyorsak? Yani haberimiz yoksa veya uyutuluyorsak? Öğrendiğimiz zaman bir daha herhangi bir yerde güvende hissedebilirmiyiz kendimizi ya da eski biz olabilir miyiz?
Ben evime hırsız girdikten sonra oradan taşınana kadar hiç huzur duymadım mesela. Sadece bir şeylerime dokunduğunu bile düşünmek yeterince ürkütücüydü. Gerçi bu filmde bahsedilen basit bir hırsızlık olayı değil, farklı bir olay ama olsun gene de çağrışım yapıyor.
Not: Silah almaya gitmiştim, vuracaktım evime gireni, uyarmıştı satıcı. Şayet elimde silah görürse öldürmeyeceği varsa bile öldürebilirmiş. Bir de polis de uyarmıştı, iyi ki karşılaşmamışız diye, şayet karşılaşsaymışız ve ben ona zarar verseymişim sadece yatak odasında zarar verme hakkım varmış. Kendi evimizde bile suçlu duruma düşebiliriz yani ya da bir şeylerin (!) yerini değiştirip bu işten sıyrılabiliriz.




