Bazı filmlerde öyle sahneler olur ki, bu çok korkunçtu diye konuşurum filmle. Insidious bu konuda oldukça başarılı.
Örnek vermem gerekirse, evin dışında gölgelerin gezmesi olabilir, bu bir sahnedir ama bir anda evin içinde belirmeleri ürkütücüdür. Ya da, bu dünyadan olmayanların bir anda bu dünyadan olanların arasına karışmaları, öyle kısıt olmaksızın. Kısıt burada şu demek gizem olsun diye bazı şeyler gösterilmez ya hani, belki bilinmeyen daha çok korkutur diye, hah işte o şeylerin açıkça beklenmedik anda gösterilmesi. O beklenmedik an da önceki bilgilerimizle oluşuyor aslında bir nevi alıştırılıyoruz sinema yoluyla bu duruma. Buna da klişe diyoruz sonra. Çok göre göre beğenmez hale geliyoruz falan ya da çok bile bile bilgiçlik taslayan oluyoruz. İşte bu konuda başarılı film, öyle çok bilgiçlik taslayacak durum olmuyor, bazen abartılı bir biçimde beklenmeyeni verebiliyor.
Insidious’un konusu; astral yolculuk yapan bir çocuğun ruhunun arada bir yerde kalması, bedeninin komaya girmesi ve aradaki kötü ruhların da bu bedeni ele geçirmeye çalışması üzerine kurulu. Konu bildik belki bu sayede biraz Poltergeist havası yakalanmış, o tedirgin etme film boyunca sürüyor aslında sadece konuyla değil ne çıkacaklarla da Poltergeist’ı anımsattı bana. Ya da o filmin günümüz versiyonu desem belki daha doğru olacak. Bir de tabi beni kendiyle konuşturup kalbimin attığını hatırlattığını belirtmeden geçmek olmaz.




